Mutlu Seneler (13)
On beşli dedemin ve
Rus işgâlinde muhacir çıkan babaannemin
hatıralarına
Yeni bir senenin
arefesindeyiz. Yeni seneye girişin patırtısını, bir sükûnet takip ediyor her
sene… Biraz istirahat, biraz muhasebe… Daha dün gibi ama on üç sene olmuş bile yeni
milenyuma gireli. Çocuklarımızın gözümüzün önünde büyümesinin etkisindeyim
biraz. Biraz da kırk yaşı aşmış olmanın galiba. Ara ara çocukluğumun
arkeolojisini yaparken buluyorum kendimi.
Her çocuğun ilk sosyal çevresi ailesi, komşuları ve okuludur. Biz kış aylarını İzmir’de geçirir, okulların kapanmasıyla beraber soluğu Trabzon’da, Merkez’e bağlı Hozemiya köyünde alırdık. Tam bir dualitenin içine doğmuştum. İzmir’den Trabzon’a, Ege’den Karadeniz’e, şehirden köye, köyden şehre gidip geliyorduk her sene. İzmir’deki sosyal çevremizle, Hozemiya’daki arasında muazzam farklar vardı. Türkçemizin aksanı, değerlerimiz, alışkanlıklarımız, adetlerimiz, kahramanlarımız başka başkaydı. Şehrin tekinsiz ortamından, köydeki sınırsız özgürlüğe uzanışımız baş döndürücü olurdu.
Her çocuğun ilk sosyal çevresi ailesi, komşuları ve okuludur. Biz kış aylarını İzmir’de geçirir, okulların kapanmasıyla beraber soluğu Trabzon’da, Merkez’e bağlı Hozemiya köyünde alırdık. Tam bir dualitenin içine doğmuştum. İzmir’den Trabzon’a, Ege’den Karadeniz’e, şehirden köye, köyden şehre gidip geliyorduk her sene. İzmir’deki sosyal çevremizle, Hozemiya’daki arasında muazzam farklar vardı. Türkçemizin aksanı, değerlerimiz, alışkanlıklarımız, adetlerimiz, kahramanlarımız başka başkaydı. Şehrin tekinsiz ortamından, köydeki sınırsız özgürlüğe uzanışımız baş döndürücü olurdu.
O çocukluk senelerimde hem
İzmir hem de Trabzon’da, evin en hareketli nesnesi olduğunu hatırlıyorum
takvimin. Yerinde duran dolap, masa, koltuklar ve halının yanında yaprakları
her gün koparılan, her gün yeni bir içerik, yeni bir hatırlatmayla karşımız
çıkan canlı bir nesneydi “Saatli Maarif
Takvimi”.
Zamanı parçalara bölüp,
düzenli bir sırayla bize gösteren bir çizelgeydi takvim. İnsanların kendi
hayatlarını düzene koymalarına yardımcı olduğu kadar, insanların siyasî olarak örgütlenip bir arada yaşamalarını sağlayan “devlet”
tarafından kullanılan temel düzenleyici araçlardan birisiydi aynı zamanda.
Okul hayatımızla birlikte kâh
miladî – resmî takvimin formal bayramlarına, kâh hicrî – kamerî takvimin her
sene on gün öne gelen kandil ve dinî bayramlarına denk gelmeye başladık.
Sonraları, giderek artan bir şekilde gündemimize giren başka anma günlerini
fark ettik: Doğum Günü, Anneler Günü, Babalar Günü, Sevgililer Günü,
Öğretmenler Günü vb…
Evin duvarlarında asılı duran
takvimleri okumayı öğrendiğimden beri miladî, rûmî, hicrî kelimelerinin kendi
yörüngelerinde dönüp durduğunu hissettim takvimlerin içinde. Hayatımızı Miladî
(Gregoryen) takvime göre düzenliyorduk. Ramazanlarda, ezan vakitlerinde kendini
hatırlatan Hicrî bir takvimimiz vardı. Bir de Trabzon’da, bizim köylerde bir
efsane gibi dolaşan, 13 gün geriden gelen bir başka takvimden bahsedilirdi
büyükler kendi arasında konuşurken… Nenelerimiz “eski takvime göre” diye başladıkları cümlelerle başka hesaplar yapar,
başka ay isimlerini kullanır ve kolay kolay anlayamadığımız genellemeler
yaparlardı. Kırkikindi yağmurlarından, kocakarı soğuklarından, zemheriden, galandardan,
kiraz ayından, Urum’un kışından, Abril’in beşinden bahsederlerdi sık sık...
Sonraları bu eski takvimin gizemini çözebilmek için yarı akademik bir gayret sarfetmeye başladığımızda, ümmî nenelerimizin kullanageldikleri eski takvimin; güneş ve ayın hareketleri, kamerî ve şemsî esaslı takvimler, Kitab-ı Mukaddes, Hz.Musa’nın kavmiyle Mısır’dan çıkışı, Yahudilerin Pesah (Hamursuz) Bayramı, Hz.İsa, Hıristiyanlık inancındaki Son Akşam Yemeği, Paskalya, Roma İmparatorluğu, Paganizm, Julius Caeser, I.Konstantin, Papa XIII. Gregorius, sömürgecilik tarihi gibi sayısız olay ve figürün tesiriyle meydana gelen, aslında izahı pek de kolay olmayan bir olgu olduğunu farkettik... Nenelerimizin kodlarını çözmek, hayatlarını, adetlerini, geleneklerini, irfanlarını anlamak bunların hepsinin hikâyesini anlamayı gerektiriyordu...
Daha sonraları ismi Akkaya diye değiştirilen
köyümüzde, kocakarıların takvimi, tıpkı hicrî, miladî ve rûmî takvimler gibi
oniki aydan oluşurdu:Sonraları bu eski takvimin gizemini çözebilmek için yarı akademik bir gayret sarfetmeye başladığımızda, ümmî nenelerimizin kullanageldikleri eski takvimin; güneş ve ayın hareketleri, kamerî ve şemsî esaslı takvimler, Kitab-ı Mukaddes, Hz.Musa’nın kavmiyle Mısır’dan çıkışı, Yahudilerin Pesah (Hamursuz) Bayramı, Hz.İsa, Hıristiyanlık inancındaki Son Akşam Yemeği, Paskalya, Roma İmparatorluğu, Paganizm, Julius Caeser, I.Konstantin, Papa XIII. Gregorius, sömürgecilik tarihi gibi sayısız olay ve figürün tesiriyle meydana gelen, aslında izahı pek de kolay olmayan bir olgu olduğunu farkettik... Nenelerimizin kodlarını çözmek, hayatlarını, adetlerini, geleneklerini, irfanlarını anlamak bunların hepsinin hikâyesini anlamayı gerektiriyordu...
1. Galandar
2. Küçuk ay
3. Mart
4. Abril
5. Mayıs
6. Kirez Ayı
7. Orak Ayı
8. Ağustos
9. İstavrit
10. İzim Ayı
11. Ayörit (Koç ayı)
12. Hıstiyanar
2. Küçuk ay
3. Mart
4. Abril
5. Mayıs
6. Kirez Ayı
7. Orak Ayı
8. Ağustos
9. İstavrit
10. İzim Ayı
11. Ayörit (Koç ayı)
12. Hıstiyanar
Bu isimlerin kökeni nedir?
Nereden gelir? Hozemiya’nın bugün çoğu rahmetli olan o anıt kadınlarını, Havva
Gari’yi, Asiye Anne’yi, Fikriye Hala’yı, Şevkiye Yenge’yi, Sabire Yenge’yi,
Gufa Hanife’yi, Hayriye Tiyze’yi, Gara Nuriye’yi anlama merakımız bizi bu ayların
kökenini incelemeye götürdü kendiliğinden...
***
1. Galandar
Romalılar devrinde ayın “calande” denilen ilk günlerinde, “calendarium”
denilen hesap defterindeki borçlar
ödenirmiş. Latince’de “calare”
çağırmak anlamına gelir. “Calande”
günlerinde rahipler, tellâllar vasıtasıyla ayın ilk gününün geldiğini ahaliye
duyuyur, bunun üzerine ahali “calendarium”da kayıtlı olan borçlarını öderdi. Roma’dan yâdigâr olan bu kelime, İngilizce’de
“calender”, Almanca’da “kalender”,
Fransızca’da “calendrier”, Rusça’da “kalendar” olarak “takvim” manasında kullanılır olmuş.
Doğu Karadeniz’de yaşayan Rûmlar’ın (yani Romalılar’ın, Roma halkının) arasında da aynı manada kullanılır “kalendar” kelimesi ve zamanla yerli Rumlar’ın kullandığı Julyen Takvim’in ilk ayı da bu isimle anılmaya başlanır. Dahası Doğu Karadeniz’in kocakarı takvimine de “galandar” olarak girer. Ocak ayının karşılığı olarak kullanılır. Soğuğu Karadeniz türkülerine düşmüştür galandar ayının:
Doğu Karadeniz’de yaşayan Rûmlar’ın (yani Romalılar’ın, Roma halkının) arasında da aynı manada kullanılır “kalendar” kelimesi ve zamanla yerli Rumlar’ın kullandığı Julyen Takvim’in ilk ayı da bu isimle anılmaya başlanır. Dahası Doğu Karadeniz’in kocakarı takvimine de “galandar” olarak girer. Ocak ayının karşılığı olarak kullanılır. Soğuğu Karadeniz türkülerine düşmüştür galandar ayının:
Garlanguş yuva
yapar
Ağacun doruğunda
Vay olsun pekarlara
Galandar soğuğunda
Ağacun doruğunda
Vay olsun pekarlara
Galandar soğuğunda
Bir de bu aya has bir adet
yaşar Doğu Karadeniz’in köylerinde: Galandara çıkmak. Galandara çıkmanın Rûmlar’dan
yadigâr kalan bir adet olduğu biliniyor. Yani esasen bir Roma adetidir “Galandar’a Çıkmak”. Mâzide Trabzon’da
yaşayan Roma bakiyesi Rûmlar’ın kapı kapı dolaşıp, Hz.İsa’nın doğum gününü
duyurarak kutladığı “kalanta” isimli
oyunun bir başka versiyonudur. Doğu Karadenizli müslümanlar, dinî manasını
ihmal ederek, komşularından transfer
etmiş ve onlar göç edip gittikten sonra da yaşatmıştır bu adeti. Giderek daha
az uygulansa da, “galandara çıkmak”
hâlen yaşayan bir gelenektir Trabzon ve civarındaki köylerde.
Kocakarıların hesabına göre
galandar ayının ilk günü çıkılır Galandar’a. Yani bizim şimdilerde
kullanageldiğimiz Gregoryen takvimime göre Ocak ayının 14’üne karşılık gelen
gecede...
Galandar'ın geldiği gece,yani Hıstiyanar’ın son gecesi (eski takvimde Aralık ayının karşılığı) köyün gençleri ve çocukları cümbür cemaat "galandara çıkarmış" eskiden. Gece olunca ev ev dolaşılır, ip bağlanan çuval veya torbalar ya eski evlerin damdaki geniş bacalarından içeri salınır ya da kapıların altından evin içine gönderilirmiş maniler ve türküler eşliğinde...
Galandar'ın geldiği gece,yani Hıstiyanar’ın son gecesi (eski takvimde Aralık ayının karşılığı) köyün gençleri ve çocukları cümbür cemaat "galandara çıkarmış" eskiden. Gece olunca ev ev dolaşılır, ip bağlanan çuval veya torbalar ya eski evlerin damdaki geniş bacalarından içeri salınır ya da kapıların altından evin içine gönderilirmiş maniler ve türküler eşliğinde...
Trabzon’da eskiden yaşadığımız
ata evlerimiz iki cephede yer alan kapılardan girilen genişçe bir alana sahipti.
Mutfak, salon, oturma odası, hatta zaman zaman leğen içinde çocukların
yıkandığı bir banyo olarak kullanılırdı bu alan. Toprak zeminde duvara yakın
bir yerde yer ocağı bulunurdu. Bu ocağın tam üzerinde kara büyük bir zincir
sallanırdı tavandan ocağa doğru... Ocakta ateş yakıldı mı, derhal zincirden
aşağıya içi su dolu bir dev kazan sallandırılır, ateş israf edilmezdi.
İşte o eski evlerde ocağın
hemen üstündeki büyük baca deliğinden içeri atılırdı galandar torbası. Ucu bir
iple sıkı sıkıya bağlı olurdu. Gençlerin torbalarına fındık, ceviz, şeker vb azıklar
konur, galandara çıkanlar boş çevrilmezdi genellikle. “Genellikle” diyorum, zira bazı eski topraklar, Rûm adeti olduğu
için tavrını koyar, "uğursuzluk
getirir" diye, galandara gelen gençleri evine yaklaştırmaz idi...
Bizim köylerde hâlâ galandara
çıkan gençler olur. Çocuklar, gençler galandarın gelişini takip eder, galandar
torbalarını uzatırlar mahçup bir ümit ve muzip bir neşeyle... Galandar
torbaları uzatılırken eskiden kemençe ile söylenen ama zamanla kemençesiz de
icrâ edilen manilerimiz olurdu:
Galandaris gulandaris
Erkek uşak, dişi buzak
Ver Allah’ım ver
Dolsun bucak
Yeni sene geceleri
Devletin bacaları
Bana birşey vermeyenin
Tez gelmez kocaları
Galandariya, farfariya
Git kilere, gel kapiya
Ver deviye
Pestilden, dutdan
Elmadan, armuttan
Şekerden, çaydan
Külekteki yağdan
Bulgurdan, yarmadan
Gavurmadan, gıymadan
Dahasını saymadan
Ver bubam ver
***
2. Küçuk Ayı
Şubat Mezapotomya kökenli, Sami dillerinden yadigâr
bir kelime. Hâlen Şbot olarak kullanılmakta yaşayan Süryanice’de. İbranice’de de
hâlâ senenin ikinci ayı Šəḇāṭ (Şevat) diye isimlendirilmekte. “Küçuk Ayı” ismi, Doğu
Karadeniz’de yakışmış Şubat ayına.
***
3. Mart
Mart, Roma’dan yadigâr bir
isim. Roma’nın savaş tanrısı Mars’ın ismi verilmiş bu aya. Mart, savaş
mevsiminin başladığını bildirir insanlara. Roma’nın savaş tanrısının ismi, eski
takvim vesilesiyle yaşardı bizim köylerde kocakarıların arasında...
***
4. Abril
Nisan da, Şubat gibi Sami
dillerden gelen bir kelime. Batı Süryanice’de Nison; Keldanî ve Asurîlerin
kullandığı Doğu Süryanicesi’nde hâlen Nisan olarak kullanılmakta. İbranî
takviminde de Nīsān olarak geçiyor. Rumcası ise “aprilis”. Hâliyle Süryanicesini
değil, etkileşimde olduğu Rumcasını kullanmış bizim nenelerimiz de.
Rahmetli babaannem Nisan’a
Abril dediğinde ona “Uy bubanne, sen
İngilizce de biliyormuşsun” dediğimizi hatırlarım çocukken. Rahmetlinin
muhacirlik hatıralarını “Muhacir burdan çıktık. Abril’in 15’inde. Muhacir çıktık. Gidiyken yolda
dediler ki Urus geldi. Urus geldi dediler. Herkes çocuğunu atsın dediler.
Elettiği yiycekleri attilar. Bi zaman kaçtık.” diye anlattığı vâkidir.
Manilerimizde,
o kıvrak, nüktedan Karadeniz manilerimizde de çıkar karşımıza “Abril”
ayı:
Geceden esti ruzgar
Geceden esti ruzgar
Yıkildi yiğunumuz
Abril ayından sonra
Olacak düğunumuz
Bir başka manimiz ise:
Şeftali çiçek açar
Girdik Abril ayina
Şeker olsam karişsam
E kiz senun çayuna
Girdik Abril ayina
Şeker olsam karişsam
E kiz senun çayuna
der.
***
5. Mayıs
Roma’da gelişme tanrıçası
Maia’nın ismini alır bu ay. O da Roma’dan yadigâr kalmış bizlere...
***
6. Kirez Ayı
Altıncı ay “Kirez ayı” diye anılır. Hani şu
Japonların neredeyse milli ağacı sayılan meyvenin adıyla. Kiraz’ın anavatanının
Karadeniz olduğuna, Romalıların eliyle dünyaya yayıldığına, hatta Giresun’un
adının “Kerassus”tan geldiğine dair
rivâyetler tedâvüldedir. Manilerimizde yerini alır kirez ayı da:
Kirez ayın on beşi
Yakti beni güneşi
Maşallah boylaruna
Doldurdun yirmi beşi
***
7. Orak Ayı
“Orak ayı” yedinci ayımız. Temmuz’un karşılığı. Bizimkiler “Kirez Ayı” gibi, zıraî faaliyetleri esas
alan bir isimlendirmeyi tercih etmişler yedinci ay için.
Orak ayı, çayırların, otların
biçildiği aydır. Makinalı tarıma hiç müzait olmayan engebeli Trabzon köylerinde
günümüzde otlar “kerendi” denilen
tırpanlarla biçilir. Ancak kerendi de nisbeten yeni yeni kullanılmaya başlanan
bir tarım aletidir bölgede. Geçmişte Trabzon’da, köylerimizde otlar, orak ile
biçilirdi. O yüzden yedinci ay “Orak Ayı”
ismiyle anılır olmuş ve manilerde kendine yer bulmuş:
Hıdır Nebi kayasi
Ne bakayisun bağa
Orağun yedisine
Geleceğum
ben sağa
Ayrıca Orak Ayı’nın son üç
gününün (bir başka rivayete göre ise Ağustos’un ilk üç gününün) çürük günleri
olduğu söylenirdi. Bu üç günde ağaç kesilse, tomruğu çürürmüş. “Tütün yapardık. Tütünü çürük günleri
geçmeden evvel kırmazdık. Kıracak olsak çürürdü tütün. Çürük ayının o üç
gününün geçmesini beklerdik. Hatta fasulyeyi filan da hep o üç günden sonra
kuruturduk. Yoksa çürürdü.” diye anlatılırdı bize. O yüzden bu üç gün
boyunca, zinhar toprağa ve mahsullere müdahale etmemeyi tercih edermiş
büyüklerimiz.
***
8. Ağustos
Sekizinci ayın
ismini anlamak, yedinci ayın isminin Roma takvimindeki kökenini bilmekten
geçiyor. Roma’nın ünlü imparatoru Julius Caesar, MÖ.46
senesinde yaptığı takvim reformunda senenin yedinci ayına kendi ismini verir.
Bu ay, Latince kökenli Batı dillerinde “July, Juli, Juillet, Julio” gibi isimlerle anılır ve aslen “Julius’un ayı” manasına gelir.
Julius Caesar’dan sonra imparator olan Augustus da, ondan aşağı kalmak istemez.
Takip eden aya kendi ismini verir. Avrupa dillerinde “August, Avgust, Agosto,
Augusti” gibi isimlerle
anılan Ağustos, “Augustus’un
ayı” manasına gelir.
Hatta Augustus, Jullius’un ayının 31, kendi ayının 30 gün olmasından dahi
rahatsız olur. O zamanlar kullanılan Roma takviminde senenin son ayı olan
zavallı Şubat’tan bir gün aldırıp, kendi takvimine ekletir.
Bizim köyler de sekizinci ay için Roma kökenli bu ismi kullanır...
***
9. İstavrit
Dokuzuncu
ay, 1 Mart’ı yılbaşı kabul eden eski Roma takviminde yedinci aya karşılık
gelirdi. Bu yüzden Roma’da “yedinci ay”
manasına gelen “Septemvris” ile
isimlendirilmişti. İbranice’de ise “Ĕlūl”
diye anılan bu ayın bizim köylerdeki karşılığı “İstavrit”tir….
“İstavrit”tir, zira Trabzon ve civarında
yaşayan Hıristiyan Roma halkı, yani Rûmlar, her sene Eylül ayının 14’üne
karşılık gelen günde, hasat döneminin kapandığını haber veren “Kutsal Haç Yortusu” düzenlerlerdi. Bu
yortu halk arasında “İstavroz Yortusu”
diye bilinirdi. Dokuzuncu ayın bu sebeple “İstavrit”
adıyla anıldığı rivayet edilir.
***
10. İzim Ayı
Onuncu ay, “İzim ayı” diye anılır. Yani üzüm ayı. Türkiye’de
üzüm zıraatinin en yaygın yapıldığı Ege Bölgesi’nde üzüm hasadı Ağustos ayının
ortalarında başlasa da, iklimin daha serin seyrettiği Karadeniz’de, “kokulu üzüm” diye isimlendirilen ve
mantarlanmadığı için kimyasal ilaç kullanmaksızın yetiştirilebilen bir üzüm
çeşidi olan siyah kokulu üzümün hasat zamanı onuncu ayın başlarıdır. Antik
Çağ'da Yunanistan ve Roma’ya ihraç edilen, hatta mübadele öncesine kadar yerli
Rumlar tarafından küp küp şarabı yapılan bu üzüm, Müslüman köylüler tarafından
daha çok pekmez ve köme yapılarak değerlendirilmektedir.
Büyük abimin "İzim Ayı"nın
8. gününde doğduğunu söyler annemler. Sonra ilave ederler “Ama bizim takvim 13 gün geriden gelir. Doğum tarihi şimdiki takvimde
21’ine denk gelir” derler.
***
11. Ayorit
On birinci ay köylerimizde “Ayorit” diye anılır. Yunanca’da rüzgâr
manasına gelen “αέρας” kelimesi, Maçka
Rumcası’nda “ayros” olarak geçer. “Ayorit” ise “rüzgârlı” manasına gelir. Zaman zaman fırtınaya dönüşen, yıldız ve
poyraz rüzgârlarının Karadeniz’de en sert hissedildiği ay olduğu için bu isimle
anılır.
Ayorit ayı da kendine manilerde yer bulmuştur:
Gız kapinin oğunde
Ayorit ayı da kendine manilerde yer bulmuştur:
Gız kapinin oğunde
Tayi yukledum tayi
Esti, souk rüzgarlar
Esti, souk rüzgarlar
Geldi Ayorit ayi
***
12. Hıstiyanar
Senenin son ayı “Hıstiyanar” ismiyle anılır. Tıpkı “İstavrit” gibi, bölgede yaşayan
Rhıristiyan Roma halkının adetleri ile ilgilidir bu isimlendirme. “Hristos” yerli Rumlar’ın Hz.İsa’ya
verdiği isimdir. Bu ay Hristos’un, yani Hz.İsa’nın doğumu ile ilgilidir. Doğu Ortodoks Kiliseleri, Katolik
ve Protestan ülkelerden farklı olarak Julyen takviminde 25 Aralık'a denk
gelen 6 Ocak'ı Noel, yani Hz.İsa’nın doğum günü olarak kutlarlar. “Hıstiyanar”, Doğu Roma Ortodoksisi’nden
mirastır.
***
İsmet Özel ne güzel anlatıyordu Amentü’sünde…
“bilmezdim neden bazı saatler alaturka vakitlere ayarlı neden karpuz sergilerinde lüküs yanar yazgı desem kötü bir şey dokunmuş olurdu sanki dudaklarıma tokat aklıma bile gelmezdi babam onbeşli olmasa”
diye... Her ne kadar devletler, küresel takvimler ile birbirlerine entegre olup, geniş toplumlara nüfûz etseler de, insanlar Gregoryen takvimin belirlediği zamanların dışında bir araya gelerek kendilerini yeniden kuruyor… Nükleer, hidroelektrik, termoelektrik vb santrallerinden üretilip yayılan ışıklara karşı birer lüküs yakıyorlar sessiz sedâsız…
Rutgers Üniversitesi sosyoloji
profesörlerinden Eviatar Zerubavel “Sebt
günü olmasaydı Yahudi toplumu ayakta kalamazdı” der. Dedelerimizin,
ninelerimizin dilini anlamak, bizim için de onların takvimini anlamayı
gerektiriyor biraz... Bizi Karadeniz’e, Karadeniz’in vadilerine, yaklaşık iki
bin senelik bir takvimin izine götüren bunca satırın, bunca kelimenin ardından
bu yazıyı okuyan tüm okurlara mutlu bir sene temenni ediyoruz...
Yorumlar