Suriye - Şam Emeviye Camii (3)

Mukarnasların ilk ortaya çıkışı 10. asırda köşe trompları (aslangöğsü) şeklinde olur. Büyük Selçuklular devrinde İsfahan’da inşa edilen Mescid-i Cuma’nın Batı eyvanlarında mukarnas biçiminde düzenlenmiş köşe tromplarına başvurulur. Mescid-i Cuma’daki mukarnaslar küresel üçgenler şeklinde düzenlenen petek gözleri şeklindedir. Yapısal destek sağlaması için inşa edilmiştir. Petek görünümlü bu bezeme çok geçmeden Endülüs’ten Hindistan’a kadar bütün İslam dünyasına, adeta Roma dünyasının korint başlıkları gibi yayılır. Bilhassa klasik dönem Osmanlı mimarisinin en sık kullandığı çözümlerden biri olarak karşımıza çıkar.



Bizler... Orta Asya’dan Adriyatik Denizi’ne ve hatta Atlantik Okyanusu’na uzanırken ardımıza “çil çil kubbeler” serpivermişiz. Bu kubbeleri taşıyan mermer sütunlarımız başlangıçta Türk üçgeni denen başlıklara sahip olmuş. Sâde, sahici, sıcak...

Türk üçgenlerine dair dört örnek verelim, sırasıyla: Konya Sultan Selim Camii, İstanbul Kılıç Ali Paşa Camii, Saraybosna Gazi Hüsrev Bey Camii ve İstanbul Haseki Hürrem Sultan Hamamı...




“Ona kendimi ben ekledim” diyor şair... Klasik mimarimizin inkişafıyla baklava desenli sütun başlıklarını mukarnas ile değiştirmişiz. O güzelim beyaz, gri, zaman zaman somaki mermer sütunların başına mukarnası ahenkle biz eklemişiz.

   

Mukarnas, akademik literatürde “stalaktit” olarak da geçiyor. Yunanca’da damla damla akan manasına gelen “stalaktos” kökünden gelirmiş. Batı Trakyalı Hasan kardeşimize sordum, “stalaktos”u duymamış Hasan ama “stagona” damla demekmiş Yunanca’da.

Sağolsun, eksik olmasın, yazdığımız yazıların fahrî musahhihi Esma kardeşimiz müdahale etti bu satırları okuyunca, kelimenin kökeninin "stalatto" olduğunu haber etti usulca :)) Bu köken, bizi “stiletto”ya kadar götürür gibi görünüyor sanki ama biz daha fazla dağılmadan yine dönelim mevzumuza...

Mimarî eserlerde bir yüzeyden başka bir yüzeye veya girintiden dışarıya doğru taşan bir başka kısma geçerken kullanılır mukarnas. Prizmatiktir. Üç boyutludur yani. Taşıyıcı gövdeleri desteklemek için kullanıldığı gibi akustiği dengelemek için veya süsleme amaçlı olarak da kullanılır. Derinliğinin kontrol edilebilir olması ve tonozla olan ilişkisi sayesinde geniş bir kullanım alanı bulur.

Taçkapılarda, mihrap kavsaralarında, sütun başlıklarında, niş örtülerinde, arslangöğsülerde, minarelerin şerefelerinin altlarında, duvar saçaklarında mukarnasın kullanımına sık sık rastlanır.

***

Mukarnasın en mühim özelliklerinden birisi onu meydana getiren öğelerin kompozisyonda bir sınırlama olmamasıdır. Mukarnasın eserdeki hacmi nasıl dolduracağı, gelenek kadar mukarnası yapanın zevkine, niyetine ve sağduyusuna da bağlıdır. Adeta ebru sanatında olduğu gibi biricik eserler ortaya çıkartılabilir mukarnasta da . Ebruya “Türk kağıdı” diyenlerin, mukarnası “Türk sarkıtı” olarak nitelendirmeleri sebepsiz olmasa gerek.

Tokyo’da Tama Sanat Üniversitesi’nde 40 seneyi aşkın bir süredir mukarnaslar ile ilgili çalışmalar yürüten Prof. Shiro TAKAHASHI’nin yaptığı sınıflandırmayı aşağıdaki linkte bulabilirsiniz:

http://www.tamabi.ac.jp/idd/shiro/muqarnas/detail.html

Mehmet Genç “1960’larda Osmanlı arşivlerinde bir kaç Japon, bir kaç Amerikalı bizden de bir veya iki kişi çalışırdık” diye anlatmıştı bir seferinde... Bay TAKAHASHI’nin Tokyo’dan bizim diyarlara uzanarak mukarnaslar üzerine yaptığı bu takdire şayan çalışmaları incelerken Mehmet Genç Hocamızın sözleri geldi aklıma bir kez daha...

***

Mukarnas... Türk sarkıtı... Mukarnaslarla imzalanmış o sınırsız coğrafyada kısa bir tur atalım hep birlikte:

İşte Bursa’da Yeşil Cami’nin o nefis taç kapısı.



İşte Mimar Sinan’ın klasik dönemin başlangıcında Üsküdar’da iskele camisi olarak bina ettiği Mihrimah Sultan Camii’nin minareleri.

Hemen yanında yine Üsküdar’daki bir başka eserin, 299 yaşındaki, Gülnuş Emetullah Valide Sultan Külliye’sinin minareleri. Gökkafes hayaleti arkasında...



Altta solda Yeni Camii, Eminönü. Sağında Mostar'daki mütevazı Nezir Ağa Camii'nin minaresi.
 


Topkapı Sarayı’ndan bir kare.

Halep ordaysa, arşın burada. Sağında Halep El Adliye Camii'nin son cemaat yeri.







Solda Eminönü'ne imzasını atan Hatice Turhan Valide Sultan'ın türbesi. Ve sağında yine Bursa'dan bir kare... Yıldırım Bayezid Camii'nin duvar nişi.


 

Son örnekler. Kütahya Kurşunlu Camii'nin firûze çinileri dökülen tuğla minaresi ve sağında Buhara Bala Havuz Mescidi’nin son cemaat yerindeki zarif ahşap sütunların mukarnas başlıkları...





***

Nereden geldik?

Nereye gidiyoruz?

Neredeyiz?

Biraz daha sabır, kısa bir yolumuz kaldı Emeviye Camii’ne a dostlar!

Yorumlar

Adsız dedi ki…
sen bizi emevi camiine goturene kadar biz üskübe varırız sanırım:)
Kasim
Adsız dedi ki…
simdi benim stlaktitin kokune dair yaptigim "duzeltme" ikincil bir sey idi ama madem buraya girmis neden bunu onerdigimi de izah edeyim.

dillerin kok anlayisları oldukca farkli. biz bir fiili kok halinde gostermek istedigimizde onu cekimli bir halde degil -mak, -mek eki(ama sanki emir haline ekliyormusuz gibi) ile masdar yapariz. mesela almanca'da birinci cogul sahisin simdiki/genis zamani, arapca'da ucuncu tekil sahsin gecmis zamani, klasik yunanca'da ise birinci tekil sahsin simdiki/genis zamani ile fiil koku gosterilir.(en azindan modern sozluklerimizde boyle)

turkce'de "akinti" kelimesinin koku "akan sey" degil "akmak"tir. burada ise stalaktit'in koku icin "stalaktos:damla damla akan sey" yerine "stalatto:damlamak, damla damla akıtmak"ı(aslinda sozcuk olarak dusununce yukarida soyledigim gibi anlamı damla damla akitiyorum/akitirim olur ama biz onu damla damla akıtmak olarak ceviririz)kullanmak daha uygun gorundu.


gelelim ikinci mevzuya:
stalaktit aslen magaralarda tepeden damlayan damlalarin katilasmasi ile tavanda olusan "sarkit"tir. ayni kokten gelen diger bir kelime stalagmit(sanki bati trakyali Asan :) kardesimizin stagonasina yakin geldi bana desemde bu kurdugum yakinlik tamamen desteksizdir)ise bu damlalarin tavandan magaranin tabanina dokulup yine katilasan "dikit"lere verilen isimdir.

benim elimdeki mimarlik sozlugunde mukarnasi aciklarken skalaktit kelimesini de refere etmis. ancak skalaktit icin beni sarkit kelimesine gonderip sarkita da iki aciklama vermis:
1- mukarnaslarin asagiya dogru uc vermeleri ile meydana gelen parca
2-sarkan herhangi bir susleme ogesi

sarkitin stalaktit'teki anlamini da dusununce ben buradan mukarnasa stalaktit denmesini eksik buldum. anladigimiz kadari ile sarkit mukarnasta sadece bir oge hem de mutlaka bulunmasi sart olmayan bir ogedir.

sahiden ya uskube gitseniz bu kadar yorulmazdim:)

esma
Unknown dedi ki…
bak nereden geliyoruz, nerelere gidiyoruz? neler neler görüyoruz? neler neler işitiyoruz?

bütün izahatın ve katkıların için sağolasın... gel de şimdi o cânım mukarnaslara kulaklarında bu izahatlar uğuldamadan bak! mümkün mü? çok yaşa sen esma, çok yaşa!!

öte yandan geçen hafta halepli dostumuz hüssam tatari ile bir aradaydık, bu süslemeleri konuşurken hiç bir terminoloji problemi yaşamadık... ingilizce akan konuşmanın arasında "mukarnas" diyiverdik, birbirimizi eksiksiz anlayıverdik...

mukarnası, onu ortaya koyanın, onu biçimlendirenin, ona üslûp kazandıranın, onun tarihini oluşturanın, ona emek verenin, ona göznuru dökenin değil de onu sınıflandıranın lisanıyla anlamaya çalışınca, kelimenin manasını mağara içlerinde aramaya başlar oluyoruz aslında...

bizim yorulmadan yaptığımız seyahat yok ama seni de yorduk bu arada :)) hakkını helâl et esma...

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkmenistan (3) - Türkmen İsimleri

Saraybosna (9) - Sırpça'da Yaşayan Türkçe Kökenli Kelimeler

Fîrûze (*)