Kayıtlar

Boğulduğum İçin Üzgünüm!

Resim
Sınır Tanımayan Doktorlar Örgütü diye bir örgüt var… Bir sivil toplum kuruluşu bu. İsmini muhtemelen duymuşsunuzdur. Nobel Ödülü ile taltif edilmişlerdi 1999 senesinde… Biz de “Nobel Ödülü masum bir organizasyona verilmez” diye düşünmüştük aklımız erdiğince… Fransız kökenli bir örgüt bu. Fransızca ismi “Médecins Sans Frontières”. Kurucusu Fransa Dışişleri Eski Bakanı Bernard Kouchner. Örgüt genellikle eski Fransız sömürgelerinde yürüttükleri sağlık faaliyetleri ile biliniyor...  Sorulsa "sivil toplum kuruluşu" denir geçilir böyle yapılara... Açık açık söyleyeyim son söylenecek olanı: Ben bu sivil toplum kuruluşlarının temas ettikleri toplumları yakalayan, düşüren, esir alan örümcek ağları oldukları kanaatindeyim... Hani şu gizli / örtülü istihbarat operasyonlarının, yarı açık hâle getirildiği kamuflaj yapılardan biri olduklarını düşünmekteyim…  Her biri taktıkları maskenin ardında aslında birer Truva atı bu yapıların... Para kaynakları ülkelerinin hazineleri, Avrupa

Bugün 23 Nisan, Neşe Doluyor İnsan...

Resim
Eşyayı yerine koymaya niyet eyleyelim... Bugüne dair kısa kısa bir kaç kelam edeyim... Bugünün bendeki karşılığının ne olduğunu belirteyim... Tarihe kendimden bir not düşeyim... **** Meclis 23 Nisan 1920'de kurulur ya bize okullarda ezberletildiği şekliyle... 24 Nisan 1920'de, kuruluşundan hemen bir gün sonra ilk kanununu yayınlar Meclis, bu kanunun ismi " Ağnam Kanunu "dur... " Ağnam ", Arapça kökenli bir kelimedir. " Koyunlar, keçiler, davarlar " mânâsına gelir.  TBMM’nin ilk çıkardığı kanun olan bu Ağnam Kanunu, hayvan başına alınan vergilerin dört katına çıkarılmasına dairdir... Garip mi? Değil... *** Zira TBMM ilk meclisimiz değildir. Osmanlı Devleti 1908'den beri parlementer monarşi ile idare edilmektedir. Yani bir meclisi vardır. Osmanlı Devleti I.Dünya Harbi'ni kaybetmiş olduğu hâlde İstanbul'daki meclis hâlâ faaldir, ismi de Meclis-i Mebusan'dır... Hatta Mustafa Kemal Paşa Meclis-i Mebusan'a başkan olmaya gayret etm

Aral Gölü Gibidir Memleketim...

Resim
Bugün Çanakkale Deniz Muharebeleri’nin seneyi devriyesi... Şimdi düşünüyorum da millet olarak, devlet olarak, ülke olarak Aral Gölü gibiyiz adeta... Kendisini besleyen Amu Derya (Ceyhun) Nehri’nin suları alınıp başka amaçlarla kullanılan, bu yüzden beslenmeyen, beslenemedikçe kuruyan, sahası daralan, arkasında izler bırakıp yatağından çekilen, küçülen Aral Gölü gibiyiz... 19. ve 20. asır boyunca yaşadığı her coğrafyada katledilen, yaşadığı her coğrafyadan sürülen, yaşadığı topraklardan kaçmak zorunda bırakılan bir milletiz... Macar Ovalarından bu yana bırakın bir Türk veya müslümanın yaşamasına, bir caminin minaresini görmeye bile tahammül edemeyen yıkıcı, yok edici, kan dökücü bir medeniyetin, Batı medeniyetinin saldırılarına uğradık koca asır boyunca... Kafkaslar’dan, Balkanlar’a kadar olan coğrafyamızda katledilen, kıyımdan geçirilen kim varsa hepsi için gidebilecekleri bir vatan oldu bu coğrafya. Garibin, gurebanın, mazlumun, mağdurun, düşenin geldiği sığındığı rahmet toprakları

Çanakkale Deniz Savaşları'nın Seneyi Devriyesi Münasebetiyle

Resim
Bugün 18 Mart... Çanakkale Deniz Muharebeleri'nin seneyi devriyyesi... Ama sadece deniz muharebelerinin... Çanakkale'nin bir de kara muharebeleri vardır... O ayrıdır... Neyse... 18 Mart tarihî önemi sebiyle "Şehitleri Anma Günü" olarak kutlanıyor bir süredir ülkemizde... Bu coğrafyaya, bu coğrafyada yaşayan insanlara kasteden nice kahpeye, nice kalleşe, nice cenabete (ecnebi-yabancı demektir), nice haine, nice düşmana karşı tavır almakta tereddüt etmeyen insanların toprağıdır vatanımız... Topraklarımızı işgâl etmeye gelen ecnebîlere karşı Çanakkale'de tereddüt etmeden göğsünü siper eden, şehit olan, gazi olan atalarımızın ruhları şâd olsun diye dua edelim bu vesileyle... Çanakkale Savaşları'ndan bu yana çok şey değişti(rildi) coğrafyamızda. Milyonlarca şehit verdik. Devletimiz yıkıldı. Topraklarımız işgal edildi. Büyük bedeller ödeyerek çok azını kurtarabildik topraklarımızın. Kurtarabildiğimiz topraklarımızın üzerinde bir devlet kuruldu. O devlet de gider

Srebrenica Katliamı ve Hollanda

Resim
Nobel Edebiyat Ödülü sahibi İngiliz şiir, roman ve hikâye yazarı Rudyard Kipling'in meşhur Doğu-Batı Baladı'nda geçen "Doğu Doğu'dur, Batı da Batı ve asla birleşmez yolları (Oh, East is East and West is West, and never the twain shall meet)" diye bir sözü var... Nihat Genç'ten okuduğum bir tanım var bir de şimdi aklıma gelen: "Doğu, bombaların düştüğü yerdir" diyordu o da... *** Kendi hâlimizde, tatlısu balığı gibi yaşadığımız günlerdi... Okullarımızı okumuş, diplomalarımızı almıştık... Çalışıyorduk, yiyorduk, içiyorduk... Evleniyorduk, çocuklarımız oluyordu... Hastalandıklarında üzülüyor, büyüdüklerini görünce seviniyorduk... Siyaseti uzaktan gözucuyla takip ediyor, seçim olunca oy falan kullanmaya tenezzül etmiyorduk... Öyle günlerdi... *** Derken Bosna'ya gittim ömründe ilk kez olmak üzere... Sene 2006 olmalı... Üzerinden yaklaşık 10 sene geçmiş bir savaştan arda kalan izleri gördüm, savaşı yaşayan insanları tanıdım, hikâyelerin

Fîrûze (*)

Resim
“ Kıskanır rengini baharda yeşiller, Sevda büyüsü gibisin sen Fîrûze... Sen nazlı bir çiçek, bir orman kuytusu, Üzüm buğusu gibisin sen Fîrûze... ” 1982 senesinde,  Aysel Gürel’in sözlerini yazdığı, Atilla Özdemiroğlu’nun düzenlemesini yaptığı bir şarkıydı Fîrûze... Su gibi akan, kalbin derinlerine nüfûz eden, beynin kıvrımlarını dolaşan,  insanı muhasebeye zorlayan, hâlsiz bırakıp teslim alan, on yıllar boyunca dillerden düşmeyen, bir kadına yazılabilecek en güzel şarkılardan biriydi, bir Sezen Aksu şarkısıydı Fîrûze... Kendimizden bir şeyler bulmasak bile, ileride bulabileceğimiz hissiyle dinledik Fîrûze’yi senelerce. Bir sihir, bir tılsım vardı sanki şarkının sözlerinde... Adeta bir sevda şarkısı değil de, gizem dolu bir “ zaman ” şarkısıydı dinlediğimiz . .. Bu şarkının sözleri bir kavramın, bir şehrin, bir taşın, bir rengin içiçe geçtiği; “ fîrûz ”un “ fîrûze ”ye, “ fîrûze ”nin “ turkuaz ”a dönüştüğü bir hikâyenin içinden doğmuştu. “Fîrûze”nin kökeni “Fîrûz” ke